Histoires de Parfums - 1740 Marquis de Sade

fragranstein

Eau de Toilette
Katılım
17 Kas 2015
Mesajlar
77
HISTOIRES DE PARFUMS - 1740 MARQUIS DE SADE

Yosunlarla kaplı taş duvarların, akşamüstü güneşi ile kaplanmış kasvetli desenlerine doğru yorgun bakışlarla bakan Imovel, buraya dinlenmeden gelmiş olmanın verdiği pişmanlık ile bir an içini çekti. Antares’in bu herkesten gizli köşküne gelmek için zorlu bir yolculuk geçirmişti. Burası tepelik bir bölge olduğu için hava kuru ve soğuktu. Imovel’in atı Geceyeli, oldukça yorgundu ve burnundan derin derin solurken oluşan buharlar, taş duvarlar boyunca, kaynayan bir sudan çıkan sis perdesi gibi yukarı doğru yükseliyordu. Genç adam kafasını çevirip, yapının duvarlarını dikkatlice inceledi.

“Bir köşk için fazla büyük ve korunaklı. Daha çok .. bir saraycık gibi..” diyerek mırıldandı kendi kendine. Atı da onu tasdiklercesine ses çıkarıp ön sağ ayağını yere doğru vurdu. Herhangi bir bahçe içinde değildi. Daha doğrusu koruma duvarları yoktu. Bir tılsımın varlığını sezdi ama arkasını araştırmadı. Sarımtırak taş duvarlar yıpranmış sayılırdı. Duvar diplerindeki otların kokusu onu mest etmişti.
“Bak, tarhun otu sevgili Geceyeli.. fazla yeme sakın.” Gülümseyen genç adam atın başını okşadı.

Antares’in acil çağrısı üzerine geldiğinden konunun ne olduğunu da merak ediyordu. Yüzündeki o hafif gülümseyiş, yerini mermerimsi, duygusuz, endişeden uzak donuk bir ifadeye bıraktı. Gözleriyle sağa sola bakındı. Etrafta herhangi bir koruma görevlisi yoktu. Ses de yoktu, her şey fazla sessizdi. Bu esnada hafif serin bir meltem esiverdi ve binanın uzak köşelerindeki bergamot kokularını, bulundukları yere doğru taşıdı. Ahh bu kokular… geçmişin görüntüleri her değişik kokuda gözünün önünden film şeridi gibi geçiyordu. Yüzyıllarca yaşamış bir insanın ağırlığıydı hissettiği..

Atı uygun bir yere bağladıktan sonra kapıya yöneldi. Çapraz demir bağlarla güçlendirilmiş ahşap kapı üzerinde büyük genişçe bir halka tokmak vardı. Kapıyı çaldı. Ahşap kapının sesi derinlerde bir yerde yankılanıyordu. Kulağını kapıya dayayıp içeriyi dinledi. Bir müddet sonra ayak seslerini duydu. Kapı bir gıcırtıyla ağır ağır açıldı. Kapıyı açan kişi yaşlı bir adamdı ve bu sima tanıdık geldi. İçeriden sıcak havayla birlikte gelen karışık baharat kokusu bir an sendelemesine neden olmuştu.
Tanrım.. Silhat kokusu..

“Hoşgeldiniz saygıdeğer Imovel.. efendi de sizi bekliyordu.”

Imovel bu “saygıdeğer” ifadesi karşısında şaşkınlığını gizleyemedi ve tek kaşını kaldırarak Laneria’ya keskin bir bakış attı.
“Hoşbuldum sevgili Laneria… yoksa sadıkların sadığı mı demeliydim?” Alaycı gülümsemesi yüzüne geri gelmişti. İçeri doğru adımını attı ve tereddüt etmeden girdi.
“Yoksa benim geleceğimi bilerek, silhatla karışık kakule çayı mı yapıyordun?” dedi Imovel.

“Sizin Silhat ve Kakuleyi çok sevdiğinizi biliyorum. Daha doğrusu boğazınızdaki.. eee sorununuza iyi geldiğini duymuştum. Ama dürüst olmam gerekirse bu size özel bir şey değildi.. Beyim de bu karışımı çok sever.”

'Beyim.. beyiniz.. beyinsizler..' diye düşündü içinden Imovel.
“Her neyse, Antares beni görmek istemiş ben de geldim. Atımı ahıra alabilir misin gece dışarıda kalmasını istemem. Benim de biraz istirahat etmem gerekiyor. Benim için bir yer ayarlamışsındır sanırım… Bana odamı gösterebilir misin Laneria?” Genç adam, ilgisizce sağına soluna baktı.

Laneria, ismi kadar zarif bir görüntüye sahip sayılmazdı. 160 cm boylarında hafif tıknaz, ak saçlı ama yüzü nispeten daha dinç bir görüntüye sahip, klasik uşak kılığında ama ülkenin kralına hizmet ediyormuş edalarında davranan biriydi. Dışardan gören kendini beğenmiş biri zannedebilirdi ama o aslında işini layıkıyla yapmaya çalışan, görev bilinci içinde yaşayan bir hizmetkardı.

Laneria sesini çıkartmadan eliyle işaret ederek koridorda ilerlemeye başladı. Imovel, buranın son gördüğü zamanlardan beri bayağı değişmiş olduğunu düşündü. Sanki emekliye ayrılmış bir komutanın son istirahatgahı gibi.. türbeden sadece biraz daha havalı sayılırdı. Her tarafa, sanki binlerce puro içilmiş, üzerine de nazar kovulsun diye tütsülenmiş gibi kokan ot yanıkları sinmişti. Arada bir de, kurabiyeye benzeyen bir koku alıyordu. Acıkmamıştı aslında.. Karanlık koridorlarda asılı duran tablolarda belli belirsiz hayaletlerin yüzleri vardı sanki. Tam seçemiyordu ama bunlar işkence resimleri miydi? Çok yorgun olduğu için fazla ilgilenmedi. Üst kata doğru çıktılar. Basamaklar halı kaplıydı ve altından gelen seslere bakılırsa, eskimiş bir ahşap döşeme vardı. Labirent gibi birkaç dönemeç atlattıktan sonra nihayet Imovel’e ayrılan odanın önüne geldiler. Bir gaz lambası yakıp Imovel’e teslim ettikten sonra Laneria müsaade isteyip odadan çıktı.

Odada bir yatak, bir dolap, bir masa ve üzerinde bir şişe su, bir şişe şarap ve biraz ekmek vardı. Yanındaki neydi? Bir kutu. Oda çok büyük değildi. Üst kat olduğu için çatıya doğru bir yükselti vardı. Çatıda yürüyen kuşların ayak sesleri çok rahat duyulabiliyordu. O esnada odanın içindeki sedir kokusunu fark etti. Yatak yeni olmalıydı ve sedir ağacından yapılmışa benziyordu. Pürüzsüz yüzeyini okşadı. Sonra kutuyu merak etti. Boştu.. Gaz lambasını masaya koydu.. yorgunluktan ayakta duramıyordu. Yatağa oturup deri botlarını çıkardı. Terden olsa gerek, botların deri kokusu da sedir ağacının kokusuna karıştı. Üzerindeki keseleri belinden ayırıp masaya bıraktı.. bir bayılma anı gibi kafasını yastığa koydu ve yaşamla bağlantısı bir anda kesiliverdi.

Bir gürültü patırtıyla uykusundan uyandı ama kıpırdamadı. O kadar derin uyumuştu ki günler geçmiş sandı. Baş ucundaki pencereden bakılırsa gece olmuştu. Hilal yani Yeni Ay yükseliyordu. Tahminen gecenin ortası olmuştur diye düşündü içinden. İyi de bu ses neyin nesi diye düşünüp yerinden doğruldu. Alelacele botlarını giydi. Odadan dışarı çıkmadan evvel bir yudum su içti. Kapıya elini attı.. bir şey eline bulaşmıştı. Kokladı.. keskin bir reçine kokusu ayılmasına yardımcı olmuştu. Gaz lambasını aldı, kapıyı açıp dışarı çıktı. Tuhaf sesler aşağı kattan bir yerlerden gelmeye devam ediyordu. Evin bodrumuna doğru inmeye başladı. Seslerin geldiği yöne doğru ilerlerken burnuna gündüz gelen kokuların daha yoğununun gelmeye başladığını hissetti. Öksürmemek için kendini zor tutuyor, bir yandan koluyla burnunu kapatıyordu. Sesin kaynağını buldu. Kapının önüne geldiğinde altından ışıklar sızdığını farketti. Gecenin bu saatinde, koridorda ve kapının önünde durup, hayretler içinde ne yapması gerektiğini düşünürken, içten gelen bir dürtüyle kapıyı ittirme cesareti gösterdi. Kapı şak diye açıldı ve içerideki manzara karşısında gözleri büyüyüverdi.

“Antares.. sen.. ne yapıyorsun?” Şaşkınlığını gizleyememişti. İçerisi tam bir curcuna gibiydi ve ne idüğü belirsiz bir dumanın tüttüğü kazana doğru bakışlarını çevirmişti. Yanık bir şeyler koktuğu kesindi ama tam anlayamamıştı. Ortada kaynayan ufak bir kazan, kenarda boylu boyunca uzanmış ve üstü bir sürü şeyle dolu ahşap bir tezgah vardı. İçerisi hırsız girmiş gibi karmakarışık görünüyordu. Ateşin gölgeleri, yüksek tavanlı odanın ortasında bulunan bacaya doğru dans ederek kıvrılıyordu. Bir bodrum penceresi, tozdan ve isten dolayı kapkara olmuştu.

Antares, içerideki garip ışıkların ve ateşin arasından Imovel’e haylaz bir çocuk gibi bakıp sırıtıverdi ve kapıya doğru yaklaştı. Kendisi orta boylarda, hafif göbekli, kumral, güleç yüzlü, kalın kaşlı ve seyrek saçlı, 40lı yaşlarında bir adamdı.

“Gel dostum gel, ben de sabah sana sürpriz yapacaktım ama gördüğün gibi beceremedim. Demin çıkardığım gürültülere uyanmış olmalısın.” Hala sırıtmaya devam ediyordu, eğlendiği çok açıkça belliydi. Imovel ise her zamanki gibi gülmüyordu ve bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı. Bu deli adamın gecenin köründe ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Bir müddet geçince, kokunun neye benzediğini hatırlar gibi oldu.

“Tam olarak ne yapmaya çalıştığını ve beni neden buraya çağırdığını anlatır mısın Antares?” Sesi sert ve kararlıydı. Bu sözleri söylerken ifadesi kararmaya ve gözleri bulutlanmaya başladı. Antares yavru bir kedi gibi çekinceyle fısıldadı:

“Be..ben.. bir… aşk iksiri hazırlıyordum.”

'Aşk iksiri. Seni aptal sefil. Kokuya bakılacak olursa kendi cenazen için bir tören tütsüsü yapıyor gibi görünüyorsun.' Bu sözleri Imovel içinden geçirmişti.

“Aşk iksiri mi?” diye yalandan bir şaşkınlık ifadesi takınan Imovel sağa sola bakınmaya başladı.
“Kim için ve neye dayanarak, reçeten var mı?”

“V.. var. Bak şu tezgahın üzerinde.” Eliyle işaret ettiği yere yönelen Imovel, kıvrık bir parşömen parçasını eline aldı ve okumaya başladı.

“Bu karışım ritüeli, bir Yeni Ay zamanında başlayıp Dolunay zamanında tamamlanmalıdır. Buna dikkat ederseniz, arzunuz yerine gelir. Karışımı hazırlayacağınız kazanın Bakırdan imal edilmiş olmasına dikkat edin (ve tabi ki kalaylı olmasına da).

Önce bir tutam sedir ağacı, 3 yaprak laden çiçeği, bir tutam huş ağacı kabuğu, 1 adet vanilya ve 3 baş ölmez otunu, özleri iyice çıkana kadar kaynatın. Ardından içindeki bu bitkileri aldıktan sonra, 1 tutam kurutulmuş silhat (paçuli), 2 baş kakule ve bir tutam kişniş otunu (taze) kaynayan karışımın içine bırakın. Bu bitkiler de rengini saldıktan sonra iki dal tarhun otu ve 1 tahta kaşığı bergamot suyunu ilave edip ocaktan alın. Daha sonra damıtma işlemine tabi tutun. Elde ettiğiniz şey artık bir esans olacaktır. Bu esansı %80’i etil alkol olacak şekilde bir şişede karıştırın. Karışım soğuduktan sonra, kuzu derisinden yapılmış tulumun içine karışımı dökün. Karışımı Dolunay gününe kadar bekletin ve Dolunay günü çıkarıp parfüm şişesinin içine boşaltın. Artık kullanıma hazır olacaktır.”

Yazıyı okur okumaz Imovel kazana doğru döndü.
“İyi de bu kazan bakır değil ki demir!”

“Eee fark etmez diye düşündüm sonuçta karışım karışımdır.” diye kekeleyip sırıtıverdi Antares.

Imovel öfkelenmişti!!
“Sen kendini öldürmek mi istiyorsun? Bu zamana kadar hiç mi bir şey öğrenmedin? Buraya özellikle Bakır yazmışlar! Neden? Acaba Bakır, Venüs yönetiminde bir metal olduğu ve aşk ile ilgili tılsımlarda kullanıldığı için olabilir mi dersin?” Sesi odayı inletti. Antares boş boş bakıyordu.

Imovel devam etti:
“O yetmemiş bir de demir kullanmışsın. Dur onu da hatırlatayım. Demir Mars yönetiminde bir metaldir. Izdırap, savaş ve ölüm tılsımlarında kullanılır. Sevdiğin kadın seni öldürsün ya da sen onu öldür diye hazırlamadığına emin misin? Sen de bu formülü bir parşömene – İntihar Mektubu – başlığı atarak yaz bence!”

Bir an sessizlikten sonra

“Aaaahhh.. hatırladım. Ama nasıl olur? Farkında olmadan, daha evvel icat edilmiş bir formüle bulaşmışsın. Bu Donatien Alphonse François le Marquis de Sade’ın formüllerinden biriydi. Sapkın fantazilerine alet ettiği insanları kendine bağlamak için böyle bir karışım hazırlayıp parfüm olarak kullanıyordu. Böylece himayesindeki kimse ondan uzaklaşamıyordu. Ama bu hiç adilane değil.” Kendi konuşmasına daldığını farkeden Imovel bir an dönüp Antares’in ne yaptığına baktı.

“Ne yapıyorsun Antares?”

Adamcağız bir köşede oturmuş ağlamaya başlamıştı. Bu halini gören Imovel üzüntü belirtisi vermedi ama ona acımıştı. Yanına doğru gidip ona dokunmadan konuşmaya devam etti.

“Zavallı ve ezik biri gibi davranmaya daha ne kadar devam edebilirsin? Neden birilerini ya da bir şeyleri elde etmek için böyle saçma sapan yöntemler kullanıyorsun? Bunun için mi ağlıyorsun?”

Gözyaşlarını silen Antares şöyle cevap verdi:
“Ben ümitsizliğime ve yalnızlığıma değil kaderime ağlıyorum genç dostum.”

“Kaderine mi? Ne varmış kaderinde? Çirkin biri değilsin ki, neyin peşindesin anlamıyorum” dedi Imovel.

“Hala nasıl anlamıyorsun?” gözyaşlarını durdurup burnunu sildikten sonra devam etti:
“Biliyorsun benim ismimin manası Mars’a karşı gelen demek. Annem öldükten sonra, ailem benim – onun bunun çocuğu - olduğumu öne sürerek yurdumuzdan kovdu ki eminim annemi de onlar öldürdüler. O zamana kadar adım Archibald idi. Annem beni öyle çok severdi ki." Yüzü bir anlığına aydınlandı ve merhametle doldu. Sonra tekrar karardı.

"Ama o gittikten sonra kader tersine işlemeye başladı ve ben bir şekilde sürüldüm. Yıllarca yetimhanede kaldım ve büyüdükten sonra.. hikayenin devamını biliyorsun işte benzer yerlerde bulunduk. Bu karışımı bir aşk tılsımı için değil, ailemden intikam almak için hazırlıyordum. Bu lanet olasıca demir kazanı bilerek buraya koydum. Sadece demir olsa iyi! Kurşunla güçlendirilmiş özel bir kazan bu.” Sesi giderek kararlı ve sert bir hal almaya başlamıştı.
“Beni yıllarca, hep aptal şeylerle uğraşan ahmak biri zannettin değil mi?” gözlerini kazana çeviren Antares devam etti:

“Bu karışımı tamamladıktan sonra, doğduğum topraklara geri döneceğim. Üzerimde bu parfümle birlikte şehre gireceğim. Sarayı başlarından aşağı geçirene kadar da oradan ayrılmayacağım. Parfümden bol bol hazırlıyorum çünkü etkisi ancak 24 saat sürüyor.”

Onu soğukkanlılıkla dinleyen Imovel haşince sırıtıp sessizce fısıldadı ama sinirden gülmemek için kendini zor tutuyordu:
“Hala aptal olduğunu düşünüyorum zaten. Güçlü olman akıllı olduğun anlamına gelmiyor ki! Daha önce denedin değil mi? Daha önce bu formülü uyguladın. Bu ilk değil.” Gözlerinden ateşler çıkıyordu.

“Evet denedim.” Dedi Antares. Az evvel minik bir kedi gibi duran adam, bir aslan kadar sert ve delici şekilde baktı Imovel’e ve devam etti:
“Bana bu fetihte ve yıkımda yardımcı olmanı istiyorum, sevgili.. dostum.”

Imovel keskin bir bakış attıktan sonra:
“Sen aklını kaçırmış bir sapıktan daha ötedesin. Sana asla yardım edemem. Kişisel husumetlerini, iradesinin üzerine çıkaran bir cadı müsveddesi ile yollarım kesişmiyor.” Bu sözleri tiksinç bir ifade takınarak söylemişti. O sırada büyülü sözleri hazırlıyordu ki herhangi bir saldırı gerçekleşirse hazır olmak istemişti. Ama hiçbir saldırı gelmedi.

“Cadı?”.. Antares kendine acımıştı. “Dışarıdan bakınca böyle mi görünüyorum?”

Bundan güç bulan Imovel daha da abandı:
“Cadıdan bile kötü, iğrenç. Bu ne zavallılık böyle? Hayatın boyunca öğrendiğin bir ilmi, kişisel bir husumet uğruna harcamak ne zamandan beri erdemli ve onurlu bir şey sayılmaya başladı? Fırlatıp atılan haysiyetini, intikamla mı geri alacaksın?” Bu cümleleri söylerken ki harareti ile birlikte, içerideki kokunun muhteşemliği bir araya gelince Imovel yine başka yerlere gitmeye başladı.

“Yine oluyor.. ooofff.. durduramıyorum.. hayır..”

"Ney yine oluyor, ne oluyor?" dedi Antares şaşkınlıkla. O esnada etrafında ışık hüzmeleri parlamaya başlayan Imovel gitmeye hazırlandığını anladı. Bu yeni keşfettiği bir şeydi. Belli bir anıyı yoğun bir şekilde anımsatan kokulara maruz kalınca zihni, vücudunu ışınlama programına sokuyordu.

“Durdur şunu Antares durduuurrr..” diye bağırmaya başladı Imovel.

Şaşkınlıktan donakalan Antares ne yapacağını bilemedi ve ümitsizce elini Imovel’e uzatmaya çalıştı.

“Yooo hayır beni tutma yoksa sende.. benimle birlikte..aaagghhh” demesine kalmadan iki adam da odanın ortasında birden bire gözden kayboldu. İçeride, keskin karışımın sert kokusu, nemli duvarların çatlaklarına sızarak tarihe tanıklık etmek üzere yerlerini alıyordu. Marquis de Sade’ın laneti yapacağını yapmıştı. Imovel, odadan ayrılma anındaki son saniyelerde, yaşamının en zor sınavlarından birini verdiği bu sapkın adamın yanında geçirdiği zorlu günleri ve maruz kaldığı işkenceyi anımsamıştı. “Hatırlamak.. bazen mutluluk verse de çoğunlukla acı verir” demişti kendi kendine. İşte şimdi, o acının kalbine tekrar seyahat ediyordu. Bu kez yalnız değildi.

...

Bu hikayeden sonra kokuyu anlatmaya pek gerek kalmadı aslında ki sanırım daha evvel incelemesi de yapılmıştı. Ben de hikaye şeklinde dile getirmek istedim duygularımı. Oldukça yoğun, tozlu bir paçuli kokusu ama içindeki Ölmez otu, parfümü bambaşka bir boyuta taşıyor. Zaten Histoires de Parfums markasının genel olarak kokularında özel bir aura var. Bu kokuda da o aurayı çok net alıyorsunuz. Neşeyi ve hüznü bir arada barındırıyor sanki. Ümit de var ümitsizlik de. Aynı bu sapkın fantazinin hışmından kurtulmak isteyen ama bir yandan da bu acıdan zevk de alabilen, deliliğin sınırlarında gezen birinin duyguları gibi. Jovoy'un Psychedelique kokusu da benim için aynı etkiyi taşır ve onu da çok severim. Çok soğuk havalarda sıkılabileceğine kanaat getirdiğim bir koku. Çok genç arkadaşlara hitap ettiğini düşünmüyorum. İsmini aldığı kaynağa bakarsak, kişinin giyim tarzı, atmosferinin derinliği, yaşam tarzı gibi birçok etmen devreye girecektir. Sıradan günlük bir koku olamayacağı açıkça belli. Derin, karanlık, gizemli, sert ve yine de içinde bir ümit (vanilya) barındıran kokuları sevenlerin muhakkak denemesini isterim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


image_5398.jpg
 

Ekli dosyalar

  • image_5398.jpg
    image_5398.jpg
    48.3 KB · Görüntüleme: 34

xPixa

Perfume Lover
Moderatör
Katılım
26 Ara 2017
Mesajlar
2,357
Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin'in 5 üzerinden 5 yıldız verdiği kadar var heralde bu koku. Sizin kaleminizden de okuyunca daha önce hiç koklamadığım bu koku bende merak uyandırdı açıkçası.
 

Mbstar

Moderator
Moderatör
Katılım
15 Eki 2017
Mesajlar
2,877
Hocam elinize sağlık bu ne güzel anlatım film gibi kafamda canlandırdım okurken :)
 

fragranstein

Eau de Toilette
Katılım
17 Kas 2015
Mesajlar
77
Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin'in 5 üzerinden 5 yıldız verdiği kadar var heralde bu koku. Sizin kaleminizden de okuyunca daha önce hiç koklamadığım bu koku bende merak uyandırdı açıkçası.
Ben genel karakterini çok seviyorum, çok derin ve hikayesi olan bir parfüm olduğunu düşünüyorum. Muhakkak denemenizi isterim.
 
Üst